18 Şubat 2009 Çarşamba

düşle gerçek arasında


Bir arkadaşını görürsün liseden. Şişman, kıllı, kravatsız bir adamın kollarında. Hani ‘orospu oldu’ demişlerdi de inanmamıştın ya. Nasıl da kaçırıyor gözlerini senden, utandı mı dersin? Oysa bir tek onlar utanmazlar değil mi? Hadi… Yüzleşsene kendinle. Söyle, tanımıyor olsaydın sen kaç para verirdin ona? Ya da tanımana rağmen, yağmurlu Çukurova sonbaharında, kantinin delik sundurmasının altında çay, simit ve sigara ikram etmiş olmana rağmen şimdi yanına gelse kaç para verirdin? Sen de erkeksin unutma, sen de iğrençsin.
Hiç anlayamayacaksın, o kıllı magandanın ve sevgilinin gözü önünde, bir anda neden seni kolundan tutup kendine çektiğini. Hayatın boyunca hep o anı anımsayacak, hep aynı açmazda kalacaksın. Bir şey mi diyecekti sana? Hani ‘beni suçlama’ gibi bir şey. Nedense bıraktı kolunu. O kadar kalabalıktı ki dans pisti ve adam o kadar meşguldü ki etrafıyla… Görmedi. Peki ya sevgilin? Yoksa hiç kimse görmedi mi…Yoksa sen sadece öyle olmasını mı hayal etmiştin?
Adam koltuğuna yayılmış belki de çıkışta yaşayacaklarını hayal ediyordu kadının kıvrak bedenini izlerken, sen ise muhtemelen bir sonraki potansiyel müşterisiydin. Seni tanımamıştı bile. Sinirlerin bozulup oturduğunda yerine, votkanı çoktan bitirmiş olduğunu hatırladın. Sert bir votka-limon daha söylerken eğilip garsonun kulağına, gözlerin hala onun üzerindeydi. Gülümsedi hafifçe ve dönüp adamın yanına oturdu. Sırtı bir kez daha dönmüştü sana. Artık sadece saçlarını, çıplak omuzlarını, ve henüz yaktığı sigarasının dumanını görebiliyordun. İçkinin geldiğini de fark etmedin, tek seferde bitirdiğini de. Seni izliyordum taburemden, sense….
Adamı parçalmak istiyordun hatırla, kolların yorulup iki yanına düşünceye kadar dövmek, öldürmek ya da. Oysa sana ne idi ki bundan, alan da satan da memnundu ne de olsa. Öyle miydi… Seni tanımıştı belki de. Yüzüne baktığında seni görmezlikten geldiği o ilk anı nasıl açıklayabilirsin ki. Peki ya daha sonra ne olmuştu. O utanmasını hala hatırlayan kızı tekrar bir fahişeye dönüştüren şey neydi. Tabi ki hayat, tabi ki geçen zamanın el deymemiş bedeninde bıraktığı tırnak izleri, tabi ki terk ediliş, tabi ki…. Tabi ya, nasıl da düşünememiştin. O medeniyetten uzak, kravatsız boynundan taşan kıllarını erkeklik sayan bu koca göbekli adamın yerinde olmak istememiştin, istemiş miydin? Ama bir an sanki o koltukta şişman göbekli adam değil de sen vardın. Bunu ‘O’ istemişti. Bakışlarıyla, sigarasının dumanıyla, çıplak omuzlarıyla ‘O’ istemişti.



O çirkin adam, o hayvandan bozma insan müsvettesi yok olmuştu sanki, orada değildi. Ya da hala oradaydı da, nedense ikiniz de çekinmiyordunuz artık. Birlikte geldiğin kadının sinirlenip yerine oturduğunu bile fark etmemiştin, şişman adam tuvaletten yeni geldiğinde, ne zaman kalktığını ikinizin de fark etmediğini de hatırlıyor musun? Arkadaşın sana son kez bakıp gülümsediğinde, ki hiçbir zaman bu kadar yakın durmamıştınız, parfüm ve sigara kokulu bir düşten uyanıvermiştin ansızın.Seni tanıdığından o kadar emindin ki, seni sadece kocaman bir göbek ve bolca paradan ibaret o adamdan farksız gördüğünü hissettiğinde bir tokat gibi yakın ve bir yatak kadar uzak bu ‘kadın’ dan tiksinmiş ve geçip yerine oturmuştun. İşte o andan beri de böyle uzaktan saçlarını omuzların ve sigarasının dumanını savuruşunu izlemekteydin.
Artık tek başınaydın. Masandaki kadın çoktan payına düşeni ödeyip gitmişti. Beni ise zaten görmüyordun. Seni tanırım dostum, kıskandığın zaman, sinirlendiğin zamanki yüzüne benzer yüzün. Önce derin bir nefes alırsın, içindekinin yüzüne yansımasını engellemek için, oysa hiç işe yaramadığını bilirsin bunun. Sonra burun kanatların açılır, kulakların kızarırken, hafifçe aralanmış dudaklarının arasında her zaman kenetlidir dişlerin. Bir tek alt çeneni sağa sola oynatmaktan alıkoyabilirsin kendini. Sinirli sen’den tek farkın budur zaten. Seni tanırım dostum, çenen oynamadı kalın yağlı kolları onun boynuna dolanırken, kalp atışlarını duyuyor gibiydim. Liseden eski bir arkadaşın değildi, eski bir sevgilindi sanki biraz sonra üç-beş kuruşa sevişecek olan. Merak ettiğin, az önce seni kolundan tutup çektiğinde ne diyeceği değildi, onu neden kıskandığındı, hadi yüzleş kendinle. Yoksa onu değil, yanındakini mi kıskanmıştın. Belki de.
Kalkıp tuvalete gittiğinde içindeki seni kusmaya çalışmamış mıydın, o yağlı adamdan farkın kalmadığını anladığında hak vermemiş miydin gözünün önünde hala okul formasıyla duran bu şahane kadına. Sigara içişi bile etkilemişti seni. Sen ki sigara içen bir kadınla sevişmektense tüm paketi çiğnemeyi yeğlerdin, sen ki hiçbir kadının sigarasını yakmadın sırf bu yüzden. Şimdi, neden çakmak taşımadığına oturup ağlayacak mısın? Son votkan geldiğinde artık yarı yarıya senin kadının olan kadın dans etmeye başlamıştı, yırtmacının arasından süzülen bacaklarına baktığını görmezden gelerek. Sadece ikiniz vardınız artık, ben zaten yoktum, ince, kıvrak beli çoktan öldürmüştü koltukta yığılmış adamı. Peki ya bu gün bittiğinde, ki saat çoktan 02’yi geçmişti, O’nu tekrar görebilecek miydin? Belki O’dur diye, otostop çeken bütün fahişelere duracak mıydın? Sevgilin ne olacaktı? Lavaboya kadar gitse de ardından gidip telefonumu versem diye düşlediğin bu kadınla onu aldatabilecek miydin? Ne olmuştu sana, ilkel dürtülerine yenik mi düşmüştün, aşık mı olmuştun, hani az önce sadece acıyordun, hani az önce sırf utanmasın diye gözlerine bakmıyordun. O’nun bir fahişe olduğunu anlayan ve O’na bu gözle bakan hemcinslerinden iğrenmiyor muydun? O şişman adamdan ve yanında oturan karbonkopya arkadaşından, yanlarındaki kadınlara bakışlarından rahatsız olmuyor muydun? O gecenin sabahında ayrı odalarda neler yaptıklarını birbirlerine ballandıra ballandıra anlatacaklarını düşündükçe erkek olduğundan utanmıyor muydun? Ne olmuştu sana, seni birkaç saatte bu kadar değiştiren şey neydi, bu kadın, sevgilin kadar çekici, sevgilin kadar tanıdık olamazdı. Sevgilin o kadar güzeldi ki….. Sevgilin….Sevgilin neredeydi? Az önce kendi payına düşeni ödeyip bir daha asla göremeyeceğin bir yere giden kadın çok uzaklaşmış olabilir miydi, ne kadar olmuştu yanından gideli? Yok dostum, bana bakma, ben sadece seni izliyorum ve eve gidip olanları yazmayı planlıyorum. Sana yardım edemem.

2000-2009
Adana

açmaz



tıkanmıştı soluğum
günlerim kördüğüm
rüzgarım uğuldardı yitik zamanlar dehlizinde
sularım yataklarını değiştirmişti
tıkanmıştı soluğum
bir gün
bu açmazda bulacaklardı leşimi
ah çakıl taşlarım
deniz kabuklarım
kendi sularımdan çıkacaktı bedenim
bu yıldızlar
bu gök
bu uzay
evren olacaktım birden
kendi varlığından habersiz
tıkanmıştı soluğum
bir gün bu açmazda bulacaklardı leşimi
seni soludum.

kasım 99

10 Şubat 2009 Salı

Çıplak






O kadar çıplak bıraktın ki düşlerimi
Üşümüyor musun…

hadi ört üzerimi
hasta olacaksın

az kaldı
ha gayret
beni unutacaksın

dallarım kırıldı ayazında
yokluğunda şarkılarım kanadı
her yanım buz
her yanım ağustos

o kadar dağıttın ki bulutlarımı
korkmuyor musun

bakma yağmur bulutlarıma
bu gök bu kadar yalnız kalmadı hiç
bilmiyor musun

o kadar çıplak bıraktın ki düşlerimi
üşümüyor musun

hadi
bir şeyler getir üzerime
utanmıyor musun

Kasım 99-Şubat 2009

9 Şubat 2009 Pazartesi

ben de döneceğim



Derin olur
Sessiz gidişlerin acısı
Acını bırakarak gideceksin

Derin olur
Sessiz gidişlerin acısı
Nasılsa geleceksin

“döndüm” diyeceksin
Taze bahar kokan bir sabahta
Ben de döneceğim

Yine bu evde başlayacak her şey
Bavulunu almamıştın giderken
Ceketim unuttuğum gibi duruyor olacak
Mutfakta karıncalar
Penceremde kırlangıçlar olacak
Bulaşıklarını yıkayacağım
son yediğimiz yemeğin
Sen taşları dizeceksin
Son oyundan kalan
Yine bu evde başlayacak her şey
Tozunu silip resminin
Küfüne aldırmadan demlikteki çayın
“döndüm” diyeceksin
Ben de döneceğim
Bulup çıkaracağım
Gitarımda gizlediğim son ezgiyi
Bütün sözleri sana yazılmış olacak
Bütün notaları senin gülüşün
Acısı taze bir şair olacak
Odanın bir kenarında
Diğer kenarında
Mürekkebi solmuş şiirler
Senden aldığım son çiçek
Şuralarda bir yerlerde olacak

Derin olur
Sessiz gidişlerin acısı

“Döndüm” diyeceksin
Ben de döneceğim…

Mart 2000-şubat 2009