20 Aralık 2009 Pazar

bir adam

bir sokak lambası gibiydi adam...
başı öne eğik
yalnızca ayaklarını aydınlatan
o zaman dedi kadın
ben de ayağına sürerim yüzümü
ancak böyle çıkarım karanlıktan...

bir sokak lambası gibiydi adam
sırtı evlere dönük
gökyüzüne hiç bakmayan
o zaman dedi kadın
ben de arkanda dururum şu gökdelen kadar yüksek
belki öğrenirsin
nasıldır sana sırtını dönene gülümsemek

bir sokak lambası gibiydi adam
el verdi kadın
şiirin denizine
fener oldu adam

kutsal devrim seçinti
Aralık 2009

30 Kasım 2009 Pazartesi

nilüfer çiçeği


şiir yazmak vaktidir aslında
bu yağmurlu havalarda
dışarda kış kıyamet
dışarda aydan düşmüş bir gece
saçlarında nasıl durur
saçlarından kara bir dize

şiir yazmak vaktidir aslında
çocukların soğuğunu çalmak vaktidir
her dize
bir soğuğun katlidir sokak ortasında
her şiir
sana adanmış bir nilüfer çiçeğidir
bak kırılıyor karanlık
az sonra güneşi göreceğim
ve bir safran çiçeği gibi
karaborsaya düşecek dizelerim
daha ben bile okuyamadan
yine de
şiir yazmak vaktidir aslında
kimin okuyacağına aldırmadan

kanamış olmak değil
kanıyor olmak kanatıyor beni
ve bu kozmik çemberde
düşmeden ilerleyeceğim de
şiirlerime takılıyor ayaklarım
bir nilüfer çiçeği büyüyor
senin üzerine basıp geçtiğin yerde

kasım 2009 / ankara

kutsal devrim seçinti

23 Kasım 2009 Pazartesi

oğula-II

http://zugasteri.blogspot.com/2009/11/cenaze.html

yokluğunda
denize atar
yavrularını kırlangıçlar
martılar kayalara çarpar

yokluğunda
canına kıyar dünkü çocuklar
yetim kalır bir baba
her şair
kendi intiharını yazar

ne vakit aklıma düşsen
bacaklarını kırar bozkırda bir çekirge
yusufçuğun kanatları kopar

ne vakit aklıma düşsen
ki ne vakit düşmüşsen
senin bileklerin
bir kelebeğin kanatları kanar
zamandır asılı kalan boşlukta
ah oğul
acısı
benden çıkar

Kutsal Devrim Seçinti

kasım 2009 / Ankara

oğula-I

Ah oğul
bir onmaz yarasın
Kanadı yağmurda
bir kelebek
Yüreğinde sapan ağrısı
bir serçe
Ah oğul
bir dayanılmaz acısın
Varlığın
tüm acılarıma kelepçe

Kutsal Devrim Seçinti

ekim 2009/safranbolu

http://zugasteri.blogspot.com/2009/11/sana-dair.html

8 Kasım 2009 Pazar

Bir oğul Bir baba




tüketti tüm acıları bir baba
diken diken oldu sesi
yalnız bir oğul kaldı kendi gölgesinde

yalnız kaldı
acının ıslığında bir baba
ürperdi karanlık
geceydi gelen
bu kara tren
bu acı çığlık
gözleri korkuya büyümüş bu oğul
utandı karanlık
bu pervasız kalabalık utandı
bir oğul yalnız kaldı gölgeler içerisinde

tüketti tüm acıları bir baba
bir oğul kaldı kendi gölgesinde
ağladı kocaman korkusuyla
gölgesini örttü baba
üzerine düştü gözyaşı
sustu oğul
dizleri kanadı babanın
tüketti tüm acıları
güldü oğul...

Kutsal Devrim Seçinti
Ankara/08.11.2009

1 Eylül 2009 Salı

deniz yeşili - II


bir kadın bildim
gözleri deniz yeşili
saçlarında tuz
yüzünde gün oyalı
bir kadın bildim
İçinde fırtına boyalı

aşk dedim
deniz dedim
gel dalganı yüzüme çarp dedim
kokun kalsın üzerimde
ne gelirse senden
bende kalsın dedim
denizsen denizim
değilsen yokum dedim
bir kadın bildim
gözleri deniz yeşili
bir denizi sevdim
bir de yeşili
bir kadın bildim
gözleri deniz yeşili
bir yeşil bildim
sanki denizin gözleri
bir seni bildim
bir de karadeniz’i

Kutsal Devrim Seçinti

ankara / 31.08.2009

13 Ağustos 2009 Perşembe

deniz yeşili - I


denize döndü yüzünü
saçlarında hırçın dalgaların köpüğü
eteklerinde bir avuç ihanet
küstü deniz
ihaneti kustu deniz
kanadı minik avuçları
yandı deniz…
görmediniz….

ve ben..
denize karıştım birden
ve hiç istememişken
bana karıştı deniz
gözlerin yaptım
yeşilini aldım da denizin
perçemin yaptım
yosununu aldım da
deniz gibi sevdim seni
tuzuna kandım da
yarama bastım

denize döndüm yüzümü
deniz gözlü kız
denize döndüm !!!
denizi gözlerinde gördüm
yeşili denizinde
sevdan
ağulu bir nefesti genzimde
denize döndüm yüzümü
denize döndüm
denizin karıştı denizime

Kutsal Devrim Seçinti

Ağustos 2009 / Ankara

30 Mayıs 2009 Cumartesi

Oğlum ve ben.. Bir de babam...



Lisedeydim. Bir gün akşam yemeğinde babamla tartıştık, konuyu şimdi hatırlamıyorum ama haksızdı. Benden tepki bekliyordu, bense susmuştum. İşte bunu hiç kimse beklemiyordu 17 yaşındaki bir delikanlıdan. Aradan 2-3 dakika geçti, haksızlığını anlamış olduğundan mıdır, tepkisizliğime duyduğu şaşkınlıktan mıdır bilmem; bana, kendisine kızıp kızmadığımı sordu. "Hayır" dedim, "sana kızmadım". Önce gözleri ışıldadı, sanırım "oğlum ne yaparsam yapayım bana kızmayacak kadar çok seviyor beni" diye geçirdi içinden. Ama ben devam ettim, "hayır baba, sana kızmadım, bazen o kadar iyi bir baba oluyorsun ki,tamam diyorum kendi kendime, ileride çocuğuma böyle davranacağım... Ama bazen de öyle haksızlıklar yapıyorsun, öyle gereksiz yere kızıyorsun ki hiç beni dinlemeden,tıpkı bu gece olduğu gibi, işte o zaman da kendi kendime 'hayır' diyorum, 'asla çocuğuma böyle davranmayacağım' Yani sana kızmıyorum baba, çünkü bana nasıl baba olunacağını ve nasıl baba olunmayacağını gösteriyorsun. Bu, kızgınlık değil teşekkür hakeder...
Oda buza kesti birden, sanki tüm ışıklar sadece babamı gösteriyordu, sanki herkes ondan bir cevap bekliyordu. Sert ve cezalandıran bir cevap. Ama öyle olmadı, babam son lokmasını ağzına götürürken geri masaya bıraktı, sessizce kalktı ve odayı terketti, benimle bir hafta konuşmadı. Sonra tekrar, bu son yaptığı hareketin de yanlış olduğunu anlayarak bir gün odama geldi, "o gece yaptığım son hareket yanlıştı, gene seni kırdım ve kızdırdım galiba" dedi. Hayır dedim, beni kırdın , ama kızdırmadın. İleride ben, oğluma karşı, odayı terkeden olmayacağım, bunu gösterdin, teşekkür ederim, ama hatalıysam, bir hafta sonra bile olsa oğlumun odasına gelip ondan özür dileyeceğim, bunu da gösterdin tekrar teşekkür ederim."
Babam odayı tekrar terketti, ama bu sefer bakışları farklıydı, kızgınlık ya da dargınlık değil gurur vardı yüzünde. Aradan yaklaşık 15 yıl geçti, babam bir daha beni hiç kırmadı. Sanırım ben de onu kırmadım. Oğlum şimdi 3,5 yaşında ve ben o günü hiç unutmadım.

Kutsal Devrim Seçinti

Mayıs 2009 Ankara

5 Mayıs 2009 Salı

Uzakta



uzaklarda
ışıklar sönüyor bir bir
türkü söylüyorum
boş koridorda
bir sigara yakıyorum içimden
ateşi rüzgara asılı
kibriti yağmurdan kalma
yorgunluk çökünce diz kapaklarıma
göz kapaklarıma düşüyor öpüşün
kilometrelerce uzakta

Kutsal Devrim Seçinti

1998- Eskişehir

2 Mayıs 2009 Cumartesi

Bal Sarısı




Pink Martini/Lilly


Sen, kullanılıp atılmış kadınların bakire günahı, bal sarısı gözlerinde yazılmıştı puştluğun oyunu. Sen, korkulu sevişmelerin sabah pişmanlığı, ter ve parfüm kokan bir düşten uyandırmıştın bu adamı. Ağlarken sevişmeyi öğretmiştin, öpüşürken ağlamayı. Terine karışan gözyaşını, dudaklarımla silmeyi öğretmiştin boynunun kıvrımlarından. Komünist marşlar söylerdim ben, başımda tek yıldızlı bir bere, hep aynı yerde seni beklerdim. Sense Pink Martini dinlerdin, ayağında yırtık bir converse’le. Ne ortak paydamız vardı, ne de bu hayattan çıkaracak bir payımız. Koskoca bir adam eskisiydim ben, geride bir oğul bırakmış, korkak bir koca müsvettesi. Sense yenik çıkmıştın yola daha en başından. Ellerinde eski bir sevdanın deprem ertesi. Günahım boynuna asılabilir miydi? Söyle, taşıyabilir miydin, ben seni büyütebilir miydim? Allı duvaklı gelin edebilir miydim seni, o kadar temiz miydim?

Yırtık birer aşktan arta kalmıştık ikimiz de. Sen, gerçekler dünyasının mantık fahişesi, ben yalanlar sokağının düş pezevengi. Nasılsa bulmuştuk birbirimizi. Aynı oyunun iki ayrı sahnesiydik, aynı sahnenin iki oyuncusu sandığımız biz. Ve aynı açmaza çıkıyordu bende bütün replikler. Tarihin tekerrürü idi benim için her şey. senin içinse hepimiz aynıydık, biz bütün erkekler.

Kutsal Devrim Seçinti

Mayıs 2009 Ankara

18 Şubat 2009 Çarşamba

düşle gerçek arasında


Bir arkadaşını görürsün liseden. Şişman, kıllı, kravatsız bir adamın kollarında. Hani ‘orospu oldu’ demişlerdi de inanmamıştın ya. Nasıl da kaçırıyor gözlerini senden, utandı mı dersin? Oysa bir tek onlar utanmazlar değil mi? Hadi… Yüzleşsene kendinle. Söyle, tanımıyor olsaydın sen kaç para verirdin ona? Ya da tanımana rağmen, yağmurlu Çukurova sonbaharında, kantinin delik sundurmasının altında çay, simit ve sigara ikram etmiş olmana rağmen şimdi yanına gelse kaç para verirdin? Sen de erkeksin unutma, sen de iğrençsin.
Hiç anlayamayacaksın, o kıllı magandanın ve sevgilinin gözü önünde, bir anda neden seni kolundan tutup kendine çektiğini. Hayatın boyunca hep o anı anımsayacak, hep aynı açmazda kalacaksın. Bir şey mi diyecekti sana? Hani ‘beni suçlama’ gibi bir şey. Nedense bıraktı kolunu. O kadar kalabalıktı ki dans pisti ve adam o kadar meşguldü ki etrafıyla… Görmedi. Peki ya sevgilin? Yoksa hiç kimse görmedi mi…Yoksa sen sadece öyle olmasını mı hayal etmiştin?
Adam koltuğuna yayılmış belki de çıkışta yaşayacaklarını hayal ediyordu kadının kıvrak bedenini izlerken, sen ise muhtemelen bir sonraki potansiyel müşterisiydin. Seni tanımamıştı bile. Sinirlerin bozulup oturduğunda yerine, votkanı çoktan bitirmiş olduğunu hatırladın. Sert bir votka-limon daha söylerken eğilip garsonun kulağına, gözlerin hala onun üzerindeydi. Gülümsedi hafifçe ve dönüp adamın yanına oturdu. Sırtı bir kez daha dönmüştü sana. Artık sadece saçlarını, çıplak omuzlarını, ve henüz yaktığı sigarasının dumanını görebiliyordun. İçkinin geldiğini de fark etmedin, tek seferde bitirdiğini de. Seni izliyordum taburemden, sense….
Adamı parçalmak istiyordun hatırla, kolların yorulup iki yanına düşünceye kadar dövmek, öldürmek ya da. Oysa sana ne idi ki bundan, alan da satan da memnundu ne de olsa. Öyle miydi… Seni tanımıştı belki de. Yüzüne baktığında seni görmezlikten geldiği o ilk anı nasıl açıklayabilirsin ki. Peki ya daha sonra ne olmuştu. O utanmasını hala hatırlayan kızı tekrar bir fahişeye dönüştüren şey neydi. Tabi ki hayat, tabi ki geçen zamanın el deymemiş bedeninde bıraktığı tırnak izleri, tabi ki terk ediliş, tabi ki…. Tabi ya, nasıl da düşünememiştin. O medeniyetten uzak, kravatsız boynundan taşan kıllarını erkeklik sayan bu koca göbekli adamın yerinde olmak istememiştin, istemiş miydin? Ama bir an sanki o koltukta şişman göbekli adam değil de sen vardın. Bunu ‘O’ istemişti. Bakışlarıyla, sigarasının dumanıyla, çıplak omuzlarıyla ‘O’ istemişti.



O çirkin adam, o hayvandan bozma insan müsvettesi yok olmuştu sanki, orada değildi. Ya da hala oradaydı da, nedense ikiniz de çekinmiyordunuz artık. Birlikte geldiğin kadının sinirlenip yerine oturduğunu bile fark etmemiştin, şişman adam tuvaletten yeni geldiğinde, ne zaman kalktığını ikinizin de fark etmediğini de hatırlıyor musun? Arkadaşın sana son kez bakıp gülümsediğinde, ki hiçbir zaman bu kadar yakın durmamıştınız, parfüm ve sigara kokulu bir düşten uyanıvermiştin ansızın.Seni tanıdığından o kadar emindin ki, seni sadece kocaman bir göbek ve bolca paradan ibaret o adamdan farksız gördüğünü hissettiğinde bir tokat gibi yakın ve bir yatak kadar uzak bu ‘kadın’ dan tiksinmiş ve geçip yerine oturmuştun. İşte o andan beri de böyle uzaktan saçlarını omuzların ve sigarasının dumanını savuruşunu izlemekteydin.
Artık tek başınaydın. Masandaki kadın çoktan payına düşeni ödeyip gitmişti. Beni ise zaten görmüyordun. Seni tanırım dostum, kıskandığın zaman, sinirlendiğin zamanki yüzüne benzer yüzün. Önce derin bir nefes alırsın, içindekinin yüzüne yansımasını engellemek için, oysa hiç işe yaramadığını bilirsin bunun. Sonra burun kanatların açılır, kulakların kızarırken, hafifçe aralanmış dudaklarının arasında her zaman kenetlidir dişlerin. Bir tek alt çeneni sağa sola oynatmaktan alıkoyabilirsin kendini. Sinirli sen’den tek farkın budur zaten. Seni tanırım dostum, çenen oynamadı kalın yağlı kolları onun boynuna dolanırken, kalp atışlarını duyuyor gibiydim. Liseden eski bir arkadaşın değildi, eski bir sevgilindi sanki biraz sonra üç-beş kuruşa sevişecek olan. Merak ettiğin, az önce seni kolundan tutup çektiğinde ne diyeceği değildi, onu neden kıskandığındı, hadi yüzleş kendinle. Yoksa onu değil, yanındakini mi kıskanmıştın. Belki de.
Kalkıp tuvalete gittiğinde içindeki seni kusmaya çalışmamış mıydın, o yağlı adamdan farkın kalmadığını anladığında hak vermemiş miydin gözünün önünde hala okul formasıyla duran bu şahane kadına. Sigara içişi bile etkilemişti seni. Sen ki sigara içen bir kadınla sevişmektense tüm paketi çiğnemeyi yeğlerdin, sen ki hiçbir kadının sigarasını yakmadın sırf bu yüzden. Şimdi, neden çakmak taşımadığına oturup ağlayacak mısın? Son votkan geldiğinde artık yarı yarıya senin kadının olan kadın dans etmeye başlamıştı, yırtmacının arasından süzülen bacaklarına baktığını görmezden gelerek. Sadece ikiniz vardınız artık, ben zaten yoktum, ince, kıvrak beli çoktan öldürmüştü koltukta yığılmış adamı. Peki ya bu gün bittiğinde, ki saat çoktan 02’yi geçmişti, O’nu tekrar görebilecek miydin? Belki O’dur diye, otostop çeken bütün fahişelere duracak mıydın? Sevgilin ne olacaktı? Lavaboya kadar gitse de ardından gidip telefonumu versem diye düşlediğin bu kadınla onu aldatabilecek miydin? Ne olmuştu sana, ilkel dürtülerine yenik mi düşmüştün, aşık mı olmuştun, hani az önce sadece acıyordun, hani az önce sırf utanmasın diye gözlerine bakmıyordun. O’nun bir fahişe olduğunu anlayan ve O’na bu gözle bakan hemcinslerinden iğrenmiyor muydun? O şişman adamdan ve yanında oturan karbonkopya arkadaşından, yanlarındaki kadınlara bakışlarından rahatsız olmuyor muydun? O gecenin sabahında ayrı odalarda neler yaptıklarını birbirlerine ballandıra ballandıra anlatacaklarını düşündükçe erkek olduğundan utanmıyor muydun? Ne olmuştu sana, seni birkaç saatte bu kadar değiştiren şey neydi, bu kadın, sevgilin kadar çekici, sevgilin kadar tanıdık olamazdı. Sevgilin o kadar güzeldi ki….. Sevgilin….Sevgilin neredeydi? Az önce kendi payına düşeni ödeyip bir daha asla göremeyeceğin bir yere giden kadın çok uzaklaşmış olabilir miydi, ne kadar olmuştu yanından gideli? Yok dostum, bana bakma, ben sadece seni izliyorum ve eve gidip olanları yazmayı planlıyorum. Sana yardım edemem.

2000-2009
Adana

açmaz



tıkanmıştı soluğum
günlerim kördüğüm
rüzgarım uğuldardı yitik zamanlar dehlizinde
sularım yataklarını değiştirmişti
tıkanmıştı soluğum
bir gün
bu açmazda bulacaklardı leşimi
ah çakıl taşlarım
deniz kabuklarım
kendi sularımdan çıkacaktı bedenim
bu yıldızlar
bu gök
bu uzay
evren olacaktım birden
kendi varlığından habersiz
tıkanmıştı soluğum
bir gün bu açmazda bulacaklardı leşimi
seni soludum.

kasım 99

10 Şubat 2009 Salı

Çıplak






O kadar çıplak bıraktın ki düşlerimi
Üşümüyor musun…

hadi ört üzerimi
hasta olacaksın

az kaldı
ha gayret
beni unutacaksın

dallarım kırıldı ayazında
yokluğunda şarkılarım kanadı
her yanım buz
her yanım ağustos

o kadar dağıttın ki bulutlarımı
korkmuyor musun

bakma yağmur bulutlarıma
bu gök bu kadar yalnız kalmadı hiç
bilmiyor musun

o kadar çıplak bıraktın ki düşlerimi
üşümüyor musun

hadi
bir şeyler getir üzerime
utanmıyor musun

Kasım 99-Şubat 2009

9 Şubat 2009 Pazartesi

ben de döneceğim



Derin olur
Sessiz gidişlerin acısı
Acını bırakarak gideceksin

Derin olur
Sessiz gidişlerin acısı
Nasılsa geleceksin

“döndüm” diyeceksin
Taze bahar kokan bir sabahta
Ben de döneceğim

Yine bu evde başlayacak her şey
Bavulunu almamıştın giderken
Ceketim unuttuğum gibi duruyor olacak
Mutfakta karıncalar
Penceremde kırlangıçlar olacak
Bulaşıklarını yıkayacağım
son yediğimiz yemeğin
Sen taşları dizeceksin
Son oyundan kalan
Yine bu evde başlayacak her şey
Tozunu silip resminin
Küfüne aldırmadan demlikteki çayın
“döndüm” diyeceksin
Ben de döneceğim
Bulup çıkaracağım
Gitarımda gizlediğim son ezgiyi
Bütün sözleri sana yazılmış olacak
Bütün notaları senin gülüşün
Acısı taze bir şair olacak
Odanın bir kenarında
Diğer kenarında
Mürekkebi solmuş şiirler
Senden aldığım son çiçek
Şuralarda bir yerlerde olacak

Derin olur
Sessiz gidişlerin acısı

“Döndüm” diyeceksin
Ben de döneceğim…

Mart 2000-şubat 2009