22 Aralık 2008 Pazartesi

Hiç Gibi


Kim ne derse desin, sen farklıydın. Uğruna bir kadını terk ettiğim tek kadındın, ve beni bir başka erkek uğruna terk eden tek kadın. Ne garip değil mi şu yaşamak denilen şey, bir tek seni aldatmamıştım oysa. Hayat, kısa hesaplaşmalardan ibaretmiş, birinin ahı, diğerinden çıkarmış anladım. Unutabilmekmiş yaşamak biraz da, acıyı hayata sos yapabilmekmiş.


Kim ne derse desin, sen farklıydın. Karakalem resmini çizdiğim tek kadındın. Uğruna dayak yediğim, uğruna dostumu sattığım, uğruna bir başkasına aşık olduğum tek kadın. Şimdi bir başka şehirde, başka bir adamlasın, ve ben, seni unutmak uğruna aşık olduğum kadınla. Kısa hesaplaşmalardan ibaretmiş hayat, öğrettin. Çoktan ahını çıkardın başkalarına yaptıklarımın, koca bir çınar gibi devirip gittiğinde anladım. Gövdemin altında kalıp kırıldığında bacaklarım, kırdığım kalplerin acısını anladım. Aldatmamıştın belki ama, aldatılmaya hazırlamıştın, aldatılmak beni yıkamadığında anladım.

Ağladım bir taş gibi, yol kenarında bir ot gibi, unutulmuş gibi, hiç gibi, hep gibi ağladım. Çığlığım Mars’tan döndü, Venüs’e aktı gözyaşım. Beni aldattığında, o kadını çok sevdiğimi anladım.

Kim ne derse desin, sen farklıydın. Beni büyüttüğünde anladım.
Kutsal Devrim Seçinti
aralık 2008

20 Aralık 2008 Cumartesi

yokluğun alkol koması

bulutların ardındaydı çakan şimşek
bakma
göremezsin
az önce
yanı başıma düştü yıldırım
gelme
duyamazsın
uzaktasın...
hatırlarım
aydınlanırdı yüzün
şimşekler çakarken
korkardın hatırlarım
yağmur yanı başımda şimdi
yüzün bulutlar ardında
kitaplarımın
kahvemin bir köşesine kıvrılmış yatarsın
beynimin bir köşesini kemirir hüznün
yokluğun alkol komasında
bir tren garında bıraktığın mendil
nasıl da ıslak hala
nasıl da…
hadi yine sil buğusunu camın
alnını daya cama
hadi
ağla yine
ağla
özledim ağlamanı…

Kasım 2001
Kutsal Devrim Seçinti

19 Aralık 2008 Cuma

git

hadi git gideceksen
kanayacak yara kalmadı
sığınacak liman
tuzun yaktı gözyaşımı
kirpiklerinin kokusu sindi
hadi git
vedaya kalmadı zaman

git
gecemin yıldızlarını söktün bir bir
gözlerimin incilerini döktün
tuzun yaktı gözyaşımı
ben varsam
sen yoktun
git
dudaklarının gölgesini bırak ama
saçlarının düğümünü çöz
yüreğinde hüzün kalsın
git
avuçlarında köz

kasım 2007

Kutsal Devrim Seçinti

Bulut'un vedası

I. Bab

Hazirandı, klasik bir iç Anadolu yazının sabahı uyandı kadın. ‘günaydın’ dedi, nice zamandır yabancılaştığı adama, ‘kalk artık, öğlen oldu’. Saat henüz 9 olmuştu oysa. Uyandı adam. Aralarında uyuyan oğluna baktı, öyle masum, öyle güzel. Dolgun dudaklarını büzmesine, minik ellerini yarı yumruk yapmasına, sarı saçlarına baktı bir süre. Uzanıp öptü, tüm kokusunu ciğerlerine kazıyarak. Babaydı o, en az yanındaki kadının sevdiği kadar seviyordu bu küçük adamı, ve kadını en az bu küçük adam kadar seviyordu, babaydı çünkü. Kalkıp giyinmeye başladı yüzünü bile yıkamadan. Pek yıkamazdı zaten, dişlerini fırçalamaz, tıraş olmazdı ne zamandır. Eğilip öptü kadını yanağından. İçi titredi, ne zamandır aşkla, şehvetle öpüşmediklerini anımsadı. Kadın, önünde soyunurken baktı çıplak vücuduna, dokunsa, öpse…. Az önce dudaklarına uzandığında yanağını dönen kadın, usta bir hareketle uzaklaştırırdı adamın ellerini bedeninden. Oysa hala ne çok seviyorlardı birbirlerini, ne çok istiyorlardı. Durdu adam, durdurdu kendini, yere eğdi başını, hafifçe yana çevirdi çakmak çakmak yanan gözlerini göstermemek için. ‘hadi giyin sen de ‘ dedi kadına, ‘dışarı çıkalım, bu gün babalar günü.’ ‘Biliyorum’ dedi kadın, ‘gel üstüne başına bir şeyler alalım.’ Adamın ihtiyacı olan bu değildi oysa.

Hazirandı, serin bir iç Anadolu yazının sabahında çıktılar dışarı. Arabayı çalıştırdı adam, yan gözle baktı evine, sarı brandalı balkonuna. Sanki son kez bakar gibi iç çekti birden, sonra yola çıktılar, çocuk kadının kucağındaydı. Yol boyu düşündü kadın, adam düşündü yol boyu, tek kelime konuşmadılar, gidecekleri yeri bile konuşmadılar. Bir değişiklik lazımdı hayatlarında, bir yenilik, bir heyecan, bir güzellik, bir şirinlik… Üçünü biraz daha birbirine yakınlaştıracak, konuşulacak ortak bir nokta yaratacak bir şeyler lazımdı. Hiç konuşmadılar yol boyu, radyo da konuşmadı, çocuk da…. Büyük bir alışveriş merkezinin alt kattaki otoparkına girdiklerinde sessizliği bozdu kadın hiddetle ‘ şuraya park etsene, ne gezinip duruyorsun. ’ ‘ ne bağırıyorsun’ diye çıkıştı adam, ‘ bağırmadan söyleyemez misin?’. ‘yazıklar olsun’ der gibi başını iki yana sallarken kadın, sert bir komutan ifadesi vardı yüzünde. İndiler arabadan, otomatikleşmiş hareketlerle yola koyuldular gene konuşmadan, kadın kucağında çocukla önde, adam bir sığıntı gibi arkada. Hızlanıp yaklaştı adam, elini doladı kadının beline. Yumuşadı kadın, yaslandı adama, kucağındaki çocuğun gözleri ışıldadı.

Yürüdüler birlikte, kapı açıldı kendiliğinden, ışıl ışıl bir koridordan geçtiler. Çocuk indi kadının kucağından, koşmaya başladı her zamanki yere doğru. En önde çocuk, arkada sarmaş dolaş ikisi, girdiler içeri selam vererek. Doğruca kaplumbağalara gitti çocuk, uzanıp dokunmaya çalıştı. Birkaç renkli çakıl taşı attı sularına, güldü babasına dönerek, büyük bir iş yapmış edasıyla baktı gözlerinin içine. Kafeslerin önüne geldiklerinde hiç ilgilenmedi çocuk kedi yavrularıyla, tavşanlara da bakmadı bu sefer. Kuyruk sallayarak havlayan ve delikli cam paravanı tırmalayan bir köpeğe takıldı nedense. Durdu adam, gülümsedi köpeğe, gülümsedi içindeki çocuğa. Kucağına alıp sarıldı oğluna çocukluğuna dönerken anıları. Tozlu bir Çukurova yazıydı, kan ter içinde gelmişti eve, kucağında sütten kesilmemiş bir sokak köpeğiyle. Köpek, ellerini bu yalınayak çocuğun omzuna atmış, belki de annesi sanarak emerken kulak memesini, gülmemeye çalışıyordu ufaklık. Göz ucuyla da babasına bakıyordu bu arada. Elini beline atmış, gümrük memuru gibi bekleyen, beklerken de itiraz eden annesini ikna etmeye çalışıyordu babası. Nihai sonuç belliydi, bu onun ilk köpeğiydi. Ve asla son olmayacaktı…

Gülümsedi adam ve kadına döndü birden, gülüyordu kadın. Kaç zamandır bu denli sıcak bir gülüş düşmemişti yüzüne, bu denli çocuk bakışlı olmamıştı kaç zamandır. Mağaza çalışanı fark etti durumu, hemen açıp kapısını, çocuğun ellerine bıraktı köpeği. Çocukta bir sevinç çığlığı, bir heyecan. Olmayan kuyruğu, bu yavru köpeğin kuyruğu gibi sallanıyordu hızla, görebiliyordu adam. Kadına baktı sonra, kendisi çok köpek beslemişti bu güne kadar, ama kadının hiç köpeği olmamıştı. İlkel dürtüleri kıpırdandı birden, sahip olacağı ilk köpeği kocası almalıydı bu yorgun ve yılmış kadına. İlk sandal gezintisi, ilk uçak gezintisi, ilk şnorkel, ilk zıpkın, ilk muhabbet kuşu, ilk Hint bülbülü, ilk sevişme. Liste uzayabilirdi pek ala. Gerek yoktu oysa, bu onun ilk köpeği olacaktı. Bir de baktı, kadının kucağında köpek. Kadın diz çökmüştü, eteği yere deyiyordu. Ellerini, boynunu yüzünü yalıyordu kadının, eğilip öpüyordu kadın başından, ve oğlu kıskanmadan annesini, başını okşuyordu bu yeni arkadaşının. Çocukluğuna döndü adam. Önde kendisi, arkada kız kardeşi koşuyorlardı bir temmuz günü. İki karış boyuyla, kahverengi yamalı “Fındık” da peşlerinden koşuyordu. Misis nehri kıyısında, eski bir köprünün altında, uzanıp toprağa kana kana su içerken nehirden, bir baba gibi, bir abi gibi koruyarak Fındık’ı, kendi avuçlarından su içiriyordu, su alıp gitmesin diye küçük bedenini, kızıyordu suya yaklaştığında. Ve Fındık, suya kandığında kendisini kocaman bir adam gibi hissediyordu. Sonra yine koşuyorlardı sararmış, diz boyu otların arasında, kah kardeşi önde, kah Fındık arkada…. Bir korna sesiyle bölünüyordu oyunları. Yol kenarında park etmiş arabanın yanı başında, askılı uzun elbisesi ile el sallıyordu annesi. Çelemli köyüne giden bu yolculukta, mola bitmişti artık. Zaten akşam olmaktaydı.

18 Aralık 2008 Perşembe

dost selamı


bir başka şehirdeyim
yaramda aynı göğün ağıdı
bir dağ kadar yabancı
yüreğime bastığım
göğsümde duran ter damlası kadar tanıdık

penceresini açtım
sigara dumanı odamın
el yazımın bile yabancılaştığı
bir yağmadaydım
sırılsıklam sağanaktaydım
haziranda kan kırmızı
göremedin kanadığımı
yüreğime seni basmıştım
yaramda tuz ol diye
sustum diye mi toz oldu sözlerim
bu halim
sustum diye mi yar

susmazdım ya senden gayrısına
senden gayrısına ağlamazdım ya
ah bir bileydin
hangi elimle boğardım senden gayrısını
sustum
sen başkaydın
ah bir bileydin….

uykusuzluğumdun kan çanağı
ecelimdin
zehir tadında avucumda tuttuğum
bir yastığın yumuşaklığı kadar
özlemiştim oysa seni
gerçektim dost selamı kadar
yalana saydın beni….

engerek



sakın arama beni
seni öldürebilirim
bütün bir geceyi ağladım içime
boğulabilirim

zehirli çiçeklerim büyüdü duvarlarımda
kapı aralarımda
gulyabanilerim uyudu
bir yanı zebani
bir yanı huri
nice melekler gördüm
engerek dilli

sakın arama beni
seni öldürebilirim
bütün bir geceyi ağladım içime
boğulabilirim

Kutsal Devrim Seçinti

16 Aralık 2008 Salı

zamanın yarası


alkole boğdum geceyi
ve tütün kokusu
ve kahve molası
bir kesik parmakta tuzdur
zamanın yarası
günü geçmiş sevdalar gelir aklıma
sararmış sayfalarda
kurutulmuş çiçekler gibi
günü geçmiş sevdalar gelir aklıma
sırrı dökülmüş aynalarda
kendi geçmişini arar gibi
sen
kavgamın acemi çilesi
oğul tadında sevmiştim oysa seni
ana avrat sövmüştüm bilesin
ölü balık ve yosun kokardı ellerim
ellerimi şimdi kim neylesin

kasım 2007

Kutsal Devrim Seçinti

deniz

kurşun erittiler kalbimde
taşıyamaz oldum
kapatıp ışıkları
dokundum resmine
yüzünü duyamaz oldum
sevdiğin şarkıları çaldı radyo
sesini göremez oldum
yürüdüm yol boyu
çocukların
insanların arasından
pazar yerlerinden
okul önlerinden
bildik sokaklardan geçtim

yürüdüm yol boyu
uzak denizler kokladım
yeni şiirler boyadım
kanadı kırıktı rüzgarın
sana sesimi yolladım

yürüdüm yol boyu
kurşun erittiler kalbimde
uzak limanlarda yosun kokusuydu yokluğun
deniz oldum

ekim 99

Kutsal Devrim Seçinti

8 Aralık 2008 Pazartesi

şiir küskünü


gece soğuk
eksi bilmem kaç derece…
güneyli kalbini getirdin de
kuş mu kondurdun
kör gecede
bir bira
bir acemi sigara
bu mudur faturası efkarının

soğuk kış gecelerinde
yolculukları özledin
bilirim
bir otobüs garında tir tir titremeyi özledin
cebinde sadece bir otobüs bileti
sevgiline gitmeyi özledin
ayrılıklarınızı özledin
bilirim
kavuşmalarınızı….

bir bira
bir acemi sigara
bu mudur faturası bütün efkarının

aynı evde
iki kayıp mektupsunuz şimdi
iki unutulmuş adrese gönderilmiş

tek başınalık değil mi seni yoran
bu yaldızlı kalabalıkta
bu sahte saltanatlar değil mi
güldüren
ve sevgilinin bir tek sözü değil mi
seni öldüren
sen….
şairlerin şiire küsmüşü
nice dizeler saklı değil mi beyninde
sen….
yorgun keşişlerin
eve dönüşü
simyacının sırrı değil mi elinde

kim derdi ki bir uzak şehirde
hapsolup kalacaksın
kim derdi ki şair yüreğini satacaksın da
bir nilüfer çiçeğine yaranamayacaksın
bir bira
bir acemi sigara
kim derdi ki
bu olacak faturası
bütün efkarının…

17.12.04/ ankara
Kutsal Devrim Seçinti

iki gözüm


haziranda
nefretimsin kan kırmızı
mayısta göz yaşım olamasan da
zemheride yangınımsın
her yanım buza kesmiş
ah nasıl anlatayım sana
nasıl diyeyim
kime diyeyim
“gece leylak ve tomurcuk kokuyor”muş
oğlum korkuyormuş babasından
bir karabasan
en karasından
karım
sen yani
iki gözüm
yaramın kabuğu
sebebim
göz yaşım
şiiri unutmuşluğum
uykusuzluğum
yok ki tabakam
yok ki cigaram
bir nefeste çekeyim acılarını
yok ki yüzüm
dizine süreyim
karım
sen yani
yani diğer yarım
yani taze düşmanım
düşmüşlüğüm
düşkünlüğüm
oğlumun anası
karım
sen yani
sen….
sen de düşmüşsen
kime diyeyim

19.06.2007
ankara

Kutsal Devrim Seçinti

melekler düştü önce


melekler düştü önce
adem aden’den kovulmadan
nuh tufanda boğulmadan önce
melekler düştü bir bir

hangi kutsal kitaptı bilinmez
hangi kadim uygarlık
hangi mit
hangi efsane

tanrılar resmi geçitteyken
şaddül arap’ta
üzerimdeyken yani Ra’nın gözü
mezopotamya’da bir garip Gılgamış
ölümsüzlük denilen bir koca yalan
ve kil tabletler
ve çivi yazısı
alnımın karası
oğlumun anası

kan akar fırat
ağlayamaz dicle
siliktir tufandan önce
siliktir tüm ağıtlar
acılar….
ve acılardan ötesi
sensizliktir sadece

sözden ve yazıdan öncedir yani

yani buzul çağı
yitirilen cennetin acısı
yani yurtsuz yuvasız
senden önce
mülteciydim kısacası

melekler düştü önce
venüs’ün saçları kor alev
ikarus’un kanatları kurşun
zaman denilen bu uçsuz dehlizde
tanrı korktu kendi bilinmezliğinden bir gece
korktu da
melekler düştü bir bir

söyle şimdi tarihsizim
söyle kırpılıp yıldız yapılmışım
sen de mi düştün Sina’ya
musa’nın asası
İsa’nın kanlı kefeni
miloş’un mızrağı değil miydi kalbinde paslı

söyle “on emir”in onbirincisi
meleklerin son düşeni
söyle düşümün kabusa dönüşeni

on üçüncü havariydim
meryem’in yalanı
yezid’in günahıydım
şeytanın isyanı
adem’in kaburgası
lanetliydim
cüzamlıydım
yüzüm süremedim ayağına
cennet’in olamadım

25.06.2007 / ankara

Kutsal Devrim Seçinti

ardımda


bir garip yangınım şimdi
nefesim ejderhadan ödünç
bir kayıp anka kuşuyum
sırtımda zümrüt yeşili ölüm
eşkiyalar türkü söyler
ben çakımı bileylerim
uzak bir deniz gibi
yosun kokar yokluğun
büyüdüğüm sokakları özlerim
ağustosta Çukurova sıcağını
seni ilk tanıdığım günü
ekose etekli küçük kızı özlerim
“ince memed” i dinlerim inceden
içerim bir yandan da
ankara’da bir haziran
dışarıda erkekten dönme fahişeler
kancık ruhlu müşteriler

bir garip yangınım şimdi
elimde kitabı mukaddes
dilimde ibranca ilahiler
şarap tasıma küfürlerimi doldurdum
gözlerim yıldızlarda
ölüm böyle mi bulacaktı beni
hiç sevabım olmasa da
seni bıraktım ardımda
ağlar mısın

26.06.2007 / ankara

Kutsal Devrim Seçinti

gece


gökte dolunay
gecede kar
yıldızlar kurşun olmuş
üstüme yağar
bulut inmiş dizlerime
şarabım donmuş
ekmeğim çalınmış
uykum bölünmüş
yıldızsız gecede
kısa çöpü çekmişim de
yar…
yine de seni sevmişim

gökte dolunay
gecede kar
bir hüzünlü bekleyişteyim
bir korkulu düşleyişte
nefesim alkol kokar…

14.02.08
Kutsal Devrim Secinti